Ana içeriğe atla

“Üretmek Benim Yaşama Biçimim”

“Üretmek Benim Yaşama Biçimim”

Haberi izlemek için tıklayınız.

Dünyanın en prestijli dergilerinden The New Yorker’ın kapağına sekizinci kez imza atan Gürbüz Doğan Ekşioğlu, “Son dönemlerdeki sosyal mecralar hem bir dinamizm getirdi hem de yaratıcılığımı hızlandırdı. Üretmek benim yaşama biçimim” diyor.

Tüm bu hengamenin içinde usulca varlığını sürdürenlerden biri Gürbüz Doğan Ekşioğlu... Çizgisi yıllara meydan okuyor. İlk olarak 1992’de kapağına imza attığı dünyanın en prestijli dergilerinden The New Yorker’ın kapağında bir kez daha onun adı var. Bu uzun soluklu varoluş onun kendini güncelleyen tarafını da somut şekilde ortaya koyuyor. Sanatçı, illüstratör, hoca... Pek çok kimliği başarıyla taşıyan Gürbüz Doğan Ekşioğlu ile Moda’daki atölyesinde bir araya geldik ve onun New Yorker’ını konuştuk. (Seyhan Akıncı // Milliyet)

Bir kez daha The New Yorker’ın kapağındasınız... Kaç oldu?

Sekizinci kapağım. İlk kapağımı 1992’de yaptım. The New Yorker, her yıl bir liste yollar o listede haftalık konular yer alır. Siz de o listeye göre eskiz çalışıp onlara yolluyorsunuz. En son 2011’de Usame Bin Ladin’in öldürülmesi sonrası yaptığım çalışma kapak olmuştu. Ondan sonra olmadı. Eskizler onaylanıyor orijinalini yapıyorsunuz ama o hafta gündem değişebiliyor.

Bir sanatçı olarak The New Yorker’ın kapağında olmak ne hissettiriyor?

Öğrenciliğimde New Yorker dergisini bilmiyordum. 1985’te Teşvikiye’de bir sergi açmıştım. Ortaokul dönemlerimden beri çalışmalarını izlediğim Cumhuriyet gazetesinde 40 yıl karikatür çizmiş Ali Ulvi Ersoy’un anlatım biçimi beni etkilemiştir. Benim tarzımı biçimlendiren onun karikatürleri, hayal dünyamı geliştiren de Turhan Selçuk’un Abdülcanbaz’ıdır... Bir çalışmam vardı Ali Ulvi Ersoy o çalışma için “Bu tam New Yorker’lık. Siz bunu oraya yollayın” demişti. O da New York’ta yaşamış ve 1950’li yıllarda New Yorker’da karikatürü yayımlanmış bir isim. Ersoy’un karikatürü New Yorker’da yayımlandığında olay olmuş, orada parti verilmiş. Jüri üyesi olduğum karikatür yarışmalarında da diğer jüri üyeleri bana hep “Neden yurt dışına çıkmıyorsun, işlerin çok güzel” derlerdi. Benim hiçbir zaman yurt dışıyla ilgili bir hayalim olmadı. Milton Glazer, I love NY logosunu da tasarlayan ünlü tasarımcının adresini buldum. Kendisinden imzalı bir poster istedim ve dosyaya çalışmalarımı da ekledim. İmzalı bir poster gönderdi ve bir de mektup. Mektupta işlerimin kendi alanımda mükemmel olduğunu söylüyordu. O moralle New York’a gittim. Glazer’la görüştüm. Çalışmalarımı yollamam için bazı adresler verdi. The New Yorker’la da görüştüm. İşlerimi beğendiler ve çalışma teklifi etmişlerdi. Geçen yıl pandemiyle ilgili eskizler yollamıştım. 10 gün önce kapağı yayımlayacaklarını ilettiler çok sevindim. Çok da ilgi gördü, çok paylaşıldı.

1992’den 2021’e çok farklı dönemlerde teknolojinin çok hızlı geliştiği zamanda çalışmalarınız The New Yorker’ın kapağında olmaya devam ediyor. Bu kendinizi ne kadar yenilediğinizi de gösteriyor...

Asistanlığım döneminden öğrencilerim mezun oldu, iş sahibi oldu hatta emekli oldular... Bana “Hocam siz hâlâ çalışıyorsunuz. Ne kadar çok üretiyorsunuz” diyorlar. Üretmek benim yaşama biçimim, eğlence biçimim oldu. Ben bir kafeye gidip sohbet etmem. Atölyem de bir kafe gibi bir iki saat oturur sohbet ederiz. Gündelik olaylar karşısında hissettiklerimi, özel günlerle ilgili durumlar karşısındaki duygularımı çizerim. Son dönemlerdeki sosyal mecralar hem bir dinamizm getirdi hem de yaratıcılığımı hızlandırdı. Bu konuyla ilgili ne çizsem diye sormam.

Kendini sürekli yenileyen, yeni iletişim ağları arasında varolmayı başaran Gürbüz Doğan Ekşioğlu, bunca zaman sonra kendini nasıl motive ediyor?

Motive etmek için çalışmıyorum çünkü sürekli bir nedenim var. Hem gündelik konular hakkında çizebilmem hem bir de yaşanmışlıklar... Onlar birikiyor. Mesela 19 Mayıs, Cumhuriyet Bayramı, 23 Nisan özel günler de oldukça fazla çizebilmek için.

The New Yorker’ın kapağında sizin pandemi ürünü çalışmanızı gördük başka neler var?

Yirmiye yakın pandemiyle ilgili çalışmam var. Nasıl bir meyve ağacı doğası gereği meyve veriyorsa sanatçı da üretmeden yapamaz. Ben de yaşadığım müddetçe meyve vereceğim. Sanatçı her zaman değişime açık, koşullara uyum sağlayan ve üreten bir varlık. Fazıl Hüsnü Dağlarca’nın bir konferansına gitmiştim 93 yaşındaydı sahneye tekerlekli sandalyeyle gelmişti. Dağlarca, “Şiir yazmam için bir gözümün görmesi, iki parmağımın tutması yeter” demişti. Sanatçı fiziksel durumuna ve elindeki malzemeye göre her zaman sanat yapabilir. Hem sanatçı olayım hem de zevk içinde yaşayayım çok mümkün değil. Şu an çok fazla çakma sanatçı var. Başka bir iş yapamadığı için “sanat” yapan insanların olduğunu biliyorum. Bir sanatçıdan çok etkileniyor ve onun çalışmalarının versiyonlarını ortaya koyuyor. Ama paranın, tüketimin olduğu her yerde bunlar da olacaktır. Kimin iyi sanatçı olduğuna gelecek zaman karar veriyor.

Yeni projeleriniz var mı?

Pandemiden sonra kuşlarla ilgili bir sergi açacağım. Bu kuşlarla ilgili ilk sergim olacak. Kuş, demokrasiyi, barışı temsil ediyor. Yaşamış olduğumuz dünyada küçüklüğümden beri hiçbir zaman barış olmadı hatta daha da kötüye gitti. Daha kötüye gittikçe ben daha da çok çizdim. Pandemi yavaşladığı taktirde yaz sonu sergiyi açabilirim. Kitabı da olan “Benim Kedilerim” sergisini ise eylül sonunda Belçika’da açacağız.

“Arkadan gelen kuşak daha hazırcı”

İllüstratör, hoca ve sanatçı pek çok kimliği taşıyan biri olarak sanatla ilgilenen öğrencilere neler tavsiye edersiniz?

Öğrenciler son dönemlerde üniversiteye çok zayıf geliyor. Şimdi üniversite mezunları bir şey değil çünkü kolay diploma alma üzerine odaklanılıyor. Bilgi aktarımı esas konu değil. Ben 14 yıldır Yeditepe Üniversitesi’ndeyim ilk yıllardaki öğrencilerle şimdikiler arasında çok fark var. Arkadan gelen kuşak daha hazırcı. “Hocam benim notum neden düşük”, “Yoklamada var yazıldım mı” gibi sonuca yönelik bir anlayışla geliyor. Çünkü öyle yetiştiriliyor. Yarın The New Yorker’da kapağım yayımlanacak The New Yorker’ın sayfasında paylaşılmasını bekliyordum. Tam online derse girdim paylaşım yapıldı. Ben de öğrencilerimle bu heyecanımı paylaştım: “Çocuklar size çok güzel bir haberim var New Yorker’da yeni bir kapağım yayımlandı” dedim hiçbir tepki yok. Tebrik bile etmediler. Ben de derse döndüm. The New Yorker’ı bilmiyorlar... Çocukların kabahati yok insanlara bir şey vermeyince onlardan bir şey alamazsınız. 

Basın Yansımaları:milliyet.com.tr